Papatya 2 Andersen Masalları… En güzel masallar… Sizler için Edebiyat Çocuk ekibi olarak Andersen Masalları kitabında en çok beğenilen masallardan biri olan Papatya masalını derledik.
Papatya 2 Andersen Masalları
Papatya 1 Andersen Masalları için tıklayınız.
En büyüğü, laleleri kesen kızın bıçağına benzeyen keskin ve parlak bir bıçak tutuyordu elinde. Ne istediklerine akıl erdiremeyen papatyaya doğru ilerlediler.
Oğlanlardan biri “Çayır kuşuna buradan güzel bir parça çimen kesebiliriz,” diyerek çiçeğin dört bir yanından derin bir dörtgen kesmeye başladı.
Öbürü “Çiçeği koparsana,” dedi.
Bu sözleri işiten papatya, korkusundan yere kapandı. Koparılmak, canından olmaktı. Halbuki çimenle birlikte, hapisteki kuşun kafesine gireceğini umduğu andaki kadar hayatından memnun kaldığı olmamıştı.
Büyük “Hayır, varsın kalsın,” diye cevap verdi; yerine pek yakışmış. Böylelikle hem canı bağışlanmış hem de kafese girmiş oldu. Zavallı kuş, esirlikten acı acı dert yanıyordu. Papatyacık olanca isteğine rağmen ona bir tek avutucu söz olsun söyleyemiyordu.
Sabah böyle geçti. Mahpus “Su yok,” diye dert yanmaya başladı. “Bana bir yudum su bile bırakmadan çıkıp gittiler. Gırtlağım kupkuru, kor gibi yanıyor, müthiş ateşim var, tıkanıyorum! Yazıklar olsun! Güneşten uzak, serin çayırlardan, dünyanın bunca göz kamaştırıcı güzelliklerinden uzak, can vereceğim demek.”
Sonra biraz serinleyebilmek için gagasını serin çimenlere daldırdı. Gözü papatyaya ilişmişti. Başı ile dostça bir işaret yaparak ve eğilip öperek “Sen de burada kuruyup gideceksin, zavallı nazlı çiçek! Elimden koskoca dünyamı alıp karşılığında bana birkaç tutam ot verdiler. Eş, dost diye bir sen varsın. Her ot parçası, gözüme ağaç görünecek, senin her beyaz yaprağın kokulu bir çiçeğin yerini tutacak. Ah sen, bütün kaybettiklerimi hatırlatıyorsun bana!” dedi.
Yerinden kıl kadar kımıldamaya gücü yetmeyen papatya, içinden “Ah, şunu birazcık olsun avutabilseydim,” diyordu.
Yine de etrafa yaydığı koku bir başkalaşmış, adeta keskinleşmişti. Kuş, hemen farkına vardı. Çimen filizlerini tek tek yolduğu, kemirici bir susuzlukla mum gibi eridiği halde çiçeğe bir türlü eli varıp dokunamadı.
Akşam oldu, sular karardı; zavallı çayır kuşuna bir yudum su getirecek bir kul çıkmadı. Çırpıntılı bir silkinişle kanatlarını gerdi, kara sevdalı bir sesle öttü. Ufacık başı çiçeğe doğru düştü, istek ve acı dolu yüreciği duruverdi. Bu hazin manzarayı seyreden papatya, bir gece önceki gibi uyumak için yapraklarını örtemedi. Üzüntüden kahrolup yere serildi.
Çocuklar ancak ertesi gün, sabahleyin geldiler. Ölü kuşu görünce gözyaşları dökerek mezar kazdılar. Güzel, küçük bir kırmızı kutuya konan kuş, krallara layık bir törenle gömüldü. Kapanan mezarın üstüne gül yaprakları serpildi. Zavallı kuşcağız! Sağken, öterken; kafesinde unutulmuş, yoksulluk içinde can vermişti. Ölümünden sonra gözyaşları dökülüyor, türlü saygı gösteriliyordu.
Çimenle papatyaya gelince, onları da büyük yolun tozu toprağı içine fırlatıp attılar. Kimse dönüp de küçük kuşu candan sevmiş olan kuru çiçeğin yüzüne bakmadı bile.