Manzume nedir? Manzuma ile şiir farkları nelerdir? Manzume örnekleri nelerdir? Edebiyat Çocuk ekibi olarak sizler için edebi metinler içerisinde en çok merak edilen sorulardan olan manzume nedir sorusunun yanıtını araştırdık.
Bu yazıda ne okuyacaksınız?
Manzume nedir?
Manzume nedir?
Manzume, en yalın tarifiyle günlük konuşma dilinde anlatılabilecek bir olay, duygu veya düşüncenin çeşitli ölçüler veya kafiyeler uygulanarak ortaya çıkmış olan anlatım biçimidir. Kelime kökeni olarak şiir manasına gelen manzum kökünden türemiş olan manzume, düz yazı ile anlatılması mümkün olay, olgu, duygu veya düşüncelerin şiirsel bir tınıya çevrilmesidir.
Türk edebiyatında, metinleri ayırmak için manzum ya da mensur olarak kavramları kullanılmıştır. Bu kavramlar aynı zamanda nazım ve nesir kelimeleri ile aynı manadadır. Manzum kavramı şiirleri tarif ederken, mensur kavramı ise düz yazıları açıklamak için kullanılmıştır.
Uzunca bir süre manzume kavramı ile manzum kavramları da eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Ancak yakın bir zamanda manzum ile manzume kavramları arasındaki farklılıkların altı çizilmeye başlanmıştır. Burada en temel fark ise, düz yazı ile yani nesir ile anlatılması mümkün eserlerin manzum, yani nazım ile anlatılmasıdır. Günlük bir dille açıklanması mümkünken, bir şiir şeklinde ölçü veya kullanıldığı zaman manzume denilmiştir.
Manzume ile şiir farkı nedir?
Şiir, kendi içinde özel kuralları olan ve belirli bir amaç doğrultusunda kaleme alınmış eserdir. Şiir nedir sorusu ve şiir türleri belli başlı kurallarla ortaya çıkmıştır.
Manzumenin bir şiir formatında ve ölçülerle yazılması ön plandadır. Şiire göre daha geniş bir kavramdır. Şiirlerin içinde var olan özel formların manzumelerde olması asla beklenmez. Bu anlam ele aldığımız zaman, her şiir aslında bir manzumedir ancak her manzume bir şiir değildir.
Her şiir aslında bir manzumedir ancak her manzume bir şiir değildir.
Manzume örnekleri
Horozun biri bir inci bulur
Alır onu kuyumcuya doğrulur
Der ki, “Galiba bu bir mücevher
Sen bunu al da bana darı ver…”
La Fontaine
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi…
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kardeşini,
Yetim bırakmayarak besleyip büyütmelisin.
– Küfeyle öyle mi?
– Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
– Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini…
– Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
“Hasan, dayım yatı mekteplerinde zabittir;
Senin de zihnin açık… Söylemiş olaydık bir…
Koyardı mektebe… Dur söyleyim” demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım ki uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek;
Mehmet Akif
ÇINAR
Hani bir gün seninle Topkapı’dan
Geliyorduk; yol üstü bir meydan,
Bir çınar gördük; enli, boylu, vakur
Bir ağaç, hiç eğilmemiş, mağrur
Koca bir gövde; belki altı asır,
Belki ondan da fazla, dalgın, ağır,
Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş;
Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş,
Ki civarında kubbeler, damlar
—Sanki bir tövbe secdesinde yatıp
— Onu korkuyla seyreder gibidir.
Duyulan hep onun hikâyesidir,
Görülen hep odur uzaklardan;
Fakat ayyûka başçeken, uzanan
Öyle görkemli gövde çırçıplak,
Ne yeşil bir filiz, ne bir yaprak…
Kuruyor; âh, pek yazık! Şu derin
Yara göğsünde belki bir hâin
Baltanın, bir hışımlı yıldırımın
Zehridir… Söyle, ey çınar, bağrın
Hangi odlarla yandı? Hangi siyah
Kurt içinden kemirdi? Hasta, bozuk,
Seni kim şimdi bağlayıp saracak?
Kim şifalar verip de kurtaracak?
Şu dönen kargalar başında senin,
Söyle bunlar mıdır zehirleyenin?
Söyle, ey mustarip vatan, bildir:
Çektiğin hangi kanlı bir çiledir?…