Bamsı Beyrek Destanı 3, Bamsı Bey, Bamsı, Bamsı Beyrek kimdir? Dede Korkut hikayeleri Bamsı Beyrek Destanı… Sizler için Dede Korkut Hikayelerinin en çok merak edilen destanlarından Bamsı Beyrek’i derledik. Bamsı Beyrek Destanı 3….
Bamsı Beyrek Destanı 3
Bamsı Beyrek Destanı birinci bölüm için tıklayınız.
Bamsı Beyrek Destanı ikinci bölüm için tıklayınız.
Bamsı Beyrek Destanı 3
Kopuzu aldı Bamsı, yurduna gelirken yolda birkaç çobanla karşılaştı. Hayret edeceği işler yapıyorlardı, etraftan topladıkları taşlardan yolun üstüne bir tepe yapıyorlardı. Şaştı Bamsı:
“Taş varsa, yoldan atılır, bre çobanlar, siz ise yola yığın yapıyorsunuz. Bu ne iştir?” diye söyledi.
O çobanlar, “Siz bilmeden konuşursunuz a bey, bizim bir yiğidimiz vardı, adı Bamsı Beyrek’ti. Tam on altı yıldır esirdir. Yavuklusuyla hain Yalancı Yaltacuk evlenmek için düğüne hazırlanıyor, bu yoldan geçecek. Onun kafasına vuracağız bu taşları, gönlümüz buna razı gelmez,” dediler.
Beyrek onlara teşekkür etti, yoluna gitti. Baba ocağına vardı. Evlerinin önündeki ulu ağacın dibinde kız kardeşini gördü. Pınardan testisine su dolduruyordu. Kız kardeşi de kendisini gördü. Görür görmez kara feryadı bastı. Beyrek, çok duygulandı, gözleri sicim sicim boşaldı. Beyrek der:
“Bre kız, ne bağırıyor, ne ağlıyorsun ağabey diye?
Yandı bağrım yakıldı içim.
Senin ağabeyin yok mu olmuştur?
Yüreğine kaynar yağlar mı dökülmüştür?
Kara bağrın mı sarsılmıştır?
Ağabey diye, ne ağlıyorsun, ne bağırıyorsun?
Yandı bağrım, yakıldı içim,
Karşı yatan kara dağı sorar olsam yaylak kimin?
Soğuk soğuk sularını sorar olsam içme kimin?
Tavla tavla koç atları sorar olsam binek kimin?
Katar katar develeri sorsam yük taşıyıcı kimin?
Ağıllarda akça koyunu sorar olsam şölen kimin?
Karalı, mavili otağı sorar olsam gölge kimin?
Ağız dilden kız işi haber bana.
Kara başım kurban olsun bugün sana.”
Ağabeysinin bu içten söyleşi kızın yüreğine çöktü. Bakalım neler söyledi:
“Çalma ozan, söyleme ozan,
Yaslı ben kızın nesine gerek?
Karşı yatan kara dağı sorar olsan,
Ağabeyim Beyrek’in yaylası idi.
Ağabeyim Beyrek gideli beri yaylayanım yok.
Soğuk soğuk sularını sorar olsan,
Ağabeyim Beyrek’in içmesi idi.
Ağabeyim Beyrek gideli içenim yok.
Tavla tavla koç atları sorar olsan,
Ağabeyim Beyrek’in bineği idi.
Ağabeyim gideli beri binenim yok.
Katar katar develeri sorar olsan,
Ağabeyim Beyrek’in yük taşıyıcısı idi.
Ağabeyim gideli beri yükleyenim yok.
Ağıllarda akça koyunu sorar olsan,
Ağabeyim Beyrek’in şöleniydi.
Ağabeyim Beyrek gideli beri şölenim yok.
Kara mavili otağı sorar olsan,
Ağabeyim Beyrek’indir.
Ağabeyim Beyrek gideli beri göçenim yok.”
Kız kardeşi, o kadar dolu ve dertli imiş ki, söyledi yine:
“Karşı yatan kara dağda geldiğinde geçtiğinde,
Beyrek adlı bir yiğide rastlamadın mı?
Taşkın taşkın suları aşıp geldiğinde geçtiğinde,
Beyrek adlı bir yiğide rastlamadın mı?
Ağır adlı şehirlerden geldiğinde geçtiğinde,
Beyrek adlı bir yiğide rastlamadın mı?
Bre ozan gördün ise söyle bana!
Kara başım kurban olsun ozan sana.”
Bir kere coşmuştu kız, durmadı dedi:
“Karşı yatan kara dağım yıkılmıştır;
Ozan senin haberin yok.
Gölgeli koca ağacım kesilmiştir;
Ozan senin haberin yok.
Çalma ozan, söyleme ozan!
Yaslı ben kızın nesine gerek ozan.
Önünde düğün var, düğüne varıp çal söyle ozan.”
Beyrek, bir şey demedi, duygulu ve kederli bir halde yürüdü gitti, büyük bacılarının yanına vardı. Karalı mavili elbiselerle oturmaktaydılar. Beyrek onlara şöyle söyledi:
“Sabah sabah yerinden kalkan kızlar!
Ak otağı bırakıp kara otağa giren kızlar!
Bağır gibi katılaşan yoğurttan ne haber?
Kara sac altında kül ekmeğinden ne haber?
Deri yaygıda ekmekten ne var?
Üç günlük yoldan geldim doyurun beni.
Üç güne varmadan, Allah sevindirsin sizi.”
Büyük bacıları hemen sofra kurup yemek koydular. Beyrek, karnını doyurup Allah’a şükretti. Biraz daha konuştular. Beyrek, onlardan bir kaftan istedi. Banu Hatun’un düğününe gideceğini, sonra getirip vereceğini söyledi. Kızlardan biri hemen evdeki kaftanı getirip Bamsı’ya verdi. Bamsı, kaftanı giydi, çok yakıştı.
Büyük kız, bu haliyle onu tam da Beyrek’e benzetti, o kadar benzetti ki az kalsın, “Beyrek, sen misin?” diyecekti ama demedi, başka sözler dedi:
“Kara süzme gözlerin fersizleşmeseydi,
Ağabeyim Beyrek diyeydim ozan sana.
Yüzünü kara saç örtmeseydi,
Ağabeyim Beyrek diyeydim ozan sana.
Sağlam sağlam bileklerin solmasaydı,
Ağabeyim Beyrek diyeydim ozan sana.
Sallana sallana yürüyüşünden,
Aslan gibi duruşundan,
Arkaya dönüp bakışından,
Ağabeyim Beyrek’e benzetiyorum ozan seni.
Sevindirdin, yerindirme ozan beni.
Çalma ozan, söyleme ozan!
Ağabeyim Beyrek gideli bize ozan geldiği yok;
Üstümüzden kaftanımızı aldığı yok;
Başımızdan örtümüzü aldığı yok;
Boynuzu burma koçlarımızı aldığı yok.”
Beyrek, kendinin tanınmasını şimdilik istemedi. Kaftanı üstünden çıkardı. Eski bir deve çuvalı bulup başından aşağı geçirdi, deli gibi oldu. Tanınmamak için böyle giyindi. Düğüne vardı, büyük meydanda ünlü beyler ok atışı yapıyorlardı. Kimler yoktu ki: Kazan Bey oğlu Uruz, beylerin başı Yegenek, Gaşet Koca oğlu Şir Şemseddin, Karagüne oğlu Budak… Kızın kardeşi Deli Karçar da ok atıyordu. Yalancı Yaltacuk da oradaydı.
Bir süre ok atanları seyretti Beyrek, deli kılığı içinde olduğu halde. Her ok atıştan sonra Beyrek, “Eline sağlık,” diyordu ok atışı yapanlara. Ama Yalancı Yaltacuk atınca, “Elin kurusun,” dedi. Buna kızdı Yaltacuk:
“Bre alçak,” diye bağırdı. “Bana nasıl böyle dersin. Gücün yeterse, gel benim yayımı çek, yoksa seni hemen öldürürüm.”
Beyrek, hemen yayı eline aldı, kabzasından ikiye kırıp önüne bıraktı:
“Al,” dedi, “al yayını, çayırda iyi kuş öldürürsün.”
Bu harekete çok kızan Yalancı Yaltacuk:
“Beyrek’in yayı vardır, onu getirin!” diye söyledi. Yayı getirdiler. Beyrek, yayını görünce, hüzünlendi, duygulanıp eski yoldaşlarını yad etti, ağlayarak dedi:
“Aygır verip aldığım ak kirişli sert yayım,
Boğa verip aldığım boğumlu kirişim,
Sıkıntılı yerde koydum geldim,
Otuz dokuz arkadaşım, iki kervancım.”
Ve sonra şöyle sürdürdü konuşmasını:
“Beyler, bakın bakayım, güveyinin yüzüğüne nişan alayım, kararı siz verin,” deyip okunu attı, güveyinin yüzüğünü vurdu. Oğuz beyleri kahkaha atıp gülüştüler.
Bu esnada ünlü Oğuz Beyi Kazan, dikkatle, hayret ve hayranlıkla Beyrek’i seyre dalmıştı. Sıradan biri olmadığını gördü. Beyrek’e, “Deli ozan, buraya gel,” diyerek yanına çağırdı. Beyrek, rolünü tam olarak yaptı. Gerçek bir deli ozan gibi yanına vardı, kara başını eğip, hürmet etti. Selam arz etti. Sonra dedi:
“Sabah erken sapa yerde dikilince ak otağlı,
Atlas ile yapılınca mavi gölgelikli,
Tavla tavla çekilince yiğit atlı,
Çağırıp yardım isteyince bol bekçili,
Çalkandığında yağ dökülen bol nimetli,
Darda kalmış yiğidin arkası,
Zavallının, çaresizlerin ümidi,
Bayındır Han’ın güveyisi,
Yırtıcı kuşun yavrusu,
Türkistan’ın direği,
Amıt Suyu’nun aslanı,
Karacuk’un kaplanı,
Yağız al atın sahibi,
Han Uruz’un babası,
Han’ım Kazan!
Ünümü anla, sözümü dinle!
Sabah sabah kalkmışsın,
Ak ormana girmişsin,
Ak kavağın budağından sallayarak geçmişsin,
Canlı yaycığını eğmişsin,
Okcağızını kurmuşsun,
Adını gelin odası koymuşsun,
Sağda oturan sağ beyler,
Solda oturan sol beyler,
Eşikteki inançlılar,
Dipte oturan has beyler,
Kutlu olsun devletiniz!”
Bundan sonra Han Kazan:
“Bre Deli Ozan, benden ne istersin? Çadırlı otağ mı, kul hizmetçi mi, altın akçe mi, söyle bana, ne dilersen hemen vereyim sana,” diye konuştu.
Deli Ozan kılıklı Beyrek der:
“Bırak beni ulu beyim, karnım açtır, düğün sofrasına oturayım, aç karnımı doyurayım. Böylece kendime geleyim.”
Kazan söyler:
“Beyler, bu akılsız ozan, devleti tepti, varsın dilediği yere gitsin, dilediğini yapsın.”
Beyrek, vardı sofraya kuruldu. Yediğini yedi, yemediğini döktü. Kazanların kimini sol tarafına, kimini sağ tarafına yıktı. Hemen Kazan’a haber ettiler. “Deli Ozan, yemekleri devirdi,” dediler. “Bir de karıların yanına varmak ister,” dediler.
Bamsı Beyrek Destanı 3
Kazan Bey:
“Bırakın, varsın kadınlara,” dedi.
Beyrek, tam bir deli numarası ile dilediğini yapıyordu. Kadınların yanına vardı. Davulcuları, zurnacıları dövüp kaçırttı. Erlerin kimini tartakladı, kiminin kolunu bacağını kırdı. Kazan Bey’in hatunu Burla:
“Bre Deli Ozan, sen er başına bu kadınların arasında ne arıyorsun?” diyerek bağırdı.
Beyrek, “Kazan Bey bana izin verdi, dilediğimi yaparım,” cevabını verdi.
Hatun, “Dilediğini yap ama, de bana, senin bunca deliliği yapmaktan maksadın, muradın nedir be adam?” dedi.
Beyrek: “Muradım o dur ki, gelin adayı kız, oynasın, ben kopuz çalayım,” dedi
Kısırca Yenge adlı kadın ortaya çıktı.
“Ozan ne bilir, delidir, gelin adayı kızı tanımaz, nereden bilir,” dediler.
Beyrek, kopuzunu aldı, çaldı söyledi:
“Yemin etmişim, kısır kısrağa bindiğim yok,
Binip kutsal savaşlara girdiğim yok.
Öküz ardında çobanlar sana bakar,
Boncuk boncuk gözlerinin yaşı akar,
Sen onların yanına var.
Muradını onlar verir belli bil,
Seninle işim yok.
Kocaya varan kız kalksın,
Kol sallayıp oynasın,
Ben kopuz çalayım.”
Kısırca Yenge, mahcup oldu, vardı bir köşeye oturdu. Bunun üzerine Boğazca Fatma Hatun derler güzel, boyu yerinde bir kadın vardı. O çıktı ortaya:
“Gelin olacak kız benim, çal kopuzu salınıp kol açayım, bir güzel oynayayım,” dedi.
Deli Ozan:
“And içeyim bu sefer, boğaz kısrağa bindiğim yok,
Binip mukaddes savaşlara girdiğim yok.
Evinizin ardı derecik değil miydi?
Köpeğinizin adı Barak değil miydi?
Senin adın kırk oynaşlı Boğazca Fatma değil miydi?
Daha ayıbını sayar söylerim bak bil.” dedi. Yine devam etti:
“Seninle benim oyunum yok,
Var yerine otur.
Kocaya varan, yerinden kalksın,
Ben kopuz çalayım,
Kol sallayıp oynasın.
Boğazca Fatma Hatun, ayıbının ortaya çıkmasından pek utandı. Usulca gidip, bir köşeciğe büzüldü. Banu Çiçek’e kadınlar dediler:
“Kalk sen oyna.”
Banu Çiçek, kırmızı kaftanını giydi:
“Bre Deli Ozan. Kopuzunu çal. Kocaya varan kız benim, oynayayım,” dedi.
Beyrek:
“Ben bu yerden gideli deli olmuş,
Pek çok beyaz karlar yağmış dize çıkmış,
Han kızının evinde dul halayık tükenmiş,
Maşrapa almış, suya varmış,
Bileğinden on parmağın soğuk almış,
Kızıl altın getirin, han kızına tırnak yontun,
Ayıplıca han kızı, kocaya varmak ayıp olur,” dedi.
Bunu işitince Banu Çiçek çok öfkelendi. Elini yeninden çıkardı. Nişan yüzüğü göründü:
“Bre Deli Ozan, ne öyle kendi kendine beni ayıplıyorsun?”
Bu yüzük, Beyrek’in taktığı yüzüktü. Gerçeği anladı Beyrek, dedi:
“Beyrek gideli bam bam tepe başına çıktın mı kız?
Kıvranıp dört yanına baktın mı kız?
Kara gözlerinden acı yaşını döktün mü kız?
Güz elması gibi al yanağını yırttın mı kız?
Sen kocaya varıyorsun, altın yüzük benimdir ver bana kız.”
Bu sefer kız aldı sözü ağzına, bakalım neler dedi:
“Beyrek gideli beri, bam bam tepe başına çıktığım çok.
Kargı gibi kara saçımı yolduğum çok.
Güz elması gibi al yanağımı yırttığım çok.
Vardı gelmez bey yiğidim, han yiğidim,
Beyrek diye ağladığım çok.
Sevdiğim Bamsı Beyrek sen değilsin.
Altın yüzük senin değildir.
Altın yüzükte çok nişan vardır.
Altın yüzüğü istiyorsan nişanını söyle.”
Sözü, Beyrek aldı:
“Sabah sabah han kızı, yerimden kalkmadım mı?
Boz aygırın beline binmedim mi?
Senin evinin üzerine yabani geyik yıkmadım mı?
Sen beni yanına çağırmadın mı?
Seninle meydanda at koşturmadık mı?
Senin atını benim atım geçmedi mi?
Ok atınca ben senin okunu geride bırakmadım mı?
Güreşte ben seni yenmedim mi?
Üç öpüp bir ısırıp,
Altın yüzüğü parmağına takmadım mı?
Sevdiğin Bamsı Beyrek ben değil miyim?”
Böyle deyince, kız hemen Beyrek’i tanıdı, üstündeki deve çulunu çıkardı, ayaklarına kapandı. Kaftanını Beyrek’e giydirdi, hemen ata sıçrayıp birlikte Beyrek’in babasına, anasına müjde etmeye koştular. Kız, dedi:
“Halka halka kara dağın yıkılmıştı, yüceldi sonra.
Kanlı kanlı suların çekilmişti sonra,
Koca ağacın kurumuştu, yeşerdi sonra,
Yiğit atın ihtiyarlamıştı, tay verdi sonra,
Kıvıl develerin ihtiyarlaşmıştı, yavru verdi sonra,
Ak koyunun ihtiyarlamıştı, kuzu verdi sonra,
Kayın baba, kaynana, müjde, bana ne verirsiniz?
Beyrek’in babası ve anası çok sevindiler, şöyle dediler:
“Dilin için öleyim gelinciğim,
Yoluna kurban olayım gelinciğim,
Yalan ise bu sözlerin, gerçek olsun, gelinciğim,
Sağ esen çıkıp gelse,
Karşı yatan kara dağlar sana yaylak,
Soğuk soğuk suları sana içit olsun.
Kulum, halayığım sana cariye olsun.
Yiğit atlarım, sana binek olsun.
Katar katar develerim, sana yük taşıyıcı olsun.
Ağıllarda akça koyunum, sana şölen olsun.
Altın akçem, sana harçlık olsun.
Penceresi altın otağım, sana gölge olsun.
Kara başım, sana kurban olsun, gelinciğim.”
Bu esnada beyler Beyrek’i getirdiler. Kazan Bey:
“Müjdeler olsun Pay Püre Bey, oğlun geldi,” dedi. Ama Pay Püre’nin oğlunun hasretinden gözleri kör olmuştu, oğlu mu, değil mi anlamak için şöyle dedi:
“Oğlum olduğunu şundan anlayayım ki, serçe parmağını kanatsın, mendile silsin, gözüme süreyim, eğer gözüm açılırsa, oğlumdur.”
Beyrek serçe parmağını kanattı, kanını mendile silip babasına verdi, mendili gözüne sürünce Pay Püre Bey’in gözleri Allah’ın kudretiyle açıldı, sapa sağlam oldu. Hem babası hem anası sevinç gözyaşları döküp oğullarının ayaklarına kapandılar, şöyle dediler:
“Penceresi altın otağımın kabzası oğul!
Kaza benzer kızımın, gelinimin çiçeği oğul!
Görür gözümün aydını oğul!
Tutar belimin kuvveti oğul!
Kudretli Oğuz imrenileni canım oğul!”
Çok ağlayıp sonra Ulu Allah’a kalpten şükür ettiler. Yalancı oğlu Yaltacuk bunu duyar duymaz kaçtı. Beyrek, peşine düştü. Kaçamayacağını anlayan Yaltacuk, kendini bir saza bıraktı. Beyrek, ateşe verdi bu sazı. Yalancı oğlu Yaltacuk, feryat etti, yanıyorum, diye bas bas bağırdı. Sazlıktan çıkıp Beyrek’in ayaklarına kapanıp affetmesi için diller döktü. Bunun üzerine, Beyrek, bu haini büyüklükte bulunup bağışladı. Kazan:
“Haydi artık yavuklunun yanına git, Beyrek,” dedi.
Beyrek, “Olmaz,” dedi, “Bayburt Kalesi’ni almayınca, otuz dokuz arkadaşımı kurtarmayınca asla sevdiğim kızla beraber olmam.”
Beyrek’i bu niyetinden ve kararından dolayı pek seven ve takdir eden Kazan Bey, bütün Oğuz’un toplanmasını buyurdu.
Güçlü Oğuz beyleri atlandılar, dört nal Bayburt Kalesi’ne vardılar. Düşman zaten hazırdı. Oğuz, duru sudan abdest aldı. İki rekât namaz kıldı. Adı güzel Muhammed’in adını andılar. Savaş davulları dövüldü. Büyük bir meydan savaşı oldu. Kâfir başları ortalığa saçıldı. En ünlü kâfir komutanları kılıçtan geçirildi. Kazan Bey Şökli Melik’i böğürterek attan yere yıktı. Deli Dündar, Kara Tekfuru boğazından kesti. Kara Budak, Uruz Bey ve daha nice ulu beyler, düşmanı teslim aldılar. Beyrek otuz dokuz yiğit arkadaşını buldu, sağ ve esendiler. Kale kiliseleri yıkılıp yerine mescitler yapıldı, ezanlar okundu, Allah için namazlar kılınıp hutbeler okundu. Ganimetler, beyler arasında pay edildi. Beyler kendi yiğitlerine hisse verdi.
Pay Püre Bey’in oğlancığı Şökli Melik’in kızını söz verdiği gibi yâr aldı, ak evine döndü, düğüne başladı.
Bu kırk yiğidin birkaçına Han Kazan, birkaçına Bayındır Han kızlar verdiler. Beyrek de yedi kız kardeşini yedi yiğide verdi. Kırk yerde otağ kuruldu. Kırk gün kırk gece toy düğünler yapıldı, şölenler düzenlendi. Beyrek ve yiğitler muratlarına erdiler. Dedem Korkut geldi. Bu Oğuzname, Beyrek’in olsun, dedi.
“Dua edeyim Han’ım:
Yedi kara dağların yıkılmasın. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Ak pürçekli ananın mekânı cennet olsun. Allah son deminde seni imandan ayırmasın!.. Âmin âmin diyenler Allah’ın cemalini görsün!.. Derlesin toplasın, günahımızı adı Güzel Muhammed’in yüzü suyu hürmetine bağışlasın, Han’ım hey!..”
Dede Korkut Hikayeleri Satın Al